Okul, hayattan kopuk olmamalı…
Geçen yüzyılda değişim, gelişim ve dönüşümlerin hızıyla içinde bulunduğumuz
yüzyılın hızı arasında çok büyük farklılıklar var. Yani 21. yüzyıldaki “hız”
kavramı her alanda kendini gösteriyor. Yaşam biçimimizden bilgiye ulaşmaya,
üretmekten düşünme ve paylaşmaya kadar her alanda “hız” kavramı öne çıkıyor. Bu
çağ, hızlı başlayan, hızlı tüketilen ve hızla yok olan kavramları da peşinden
getiriyor. Bize göre doğru olanı da olmayanı da... Ama bunlar hep göreli...
Çok doğal olarak bu çağda doğan, bu çağda büyüyen çocuklar da hızlı yaşanan bu
süreçlerden etkileniyor. Kişilikleri, yaşama bakışları, becerileri de bu ortamda
şekilleniyor.
Bu çocuklar; erken çocukluk döneminde okuma yazma hatta ikinci üçüncü dilleri
öğreniyor, sosyal medyada sosyalleşiyor, kendini ifade ediyor, teknolojik birçok
aracı yetişkinlerden daha rahat kullanabiliyor...
Evlerde, teknolojik oyunlar oynanıyor, tablet ve akılı telefonlar kullanılıyor.
Tüm bu değişimlerin temel nedeni; bilgiye artık eskisinden daha hızlı
ulaşılması, ulaşılan bilgilerin hızla paylaşılması, bilgiden yeni bilgiler
üretilmesidir. Yeni çağdaki “hız” kavramının getirmiş olduğu toplumsal yaşam
biçimindeki bu değişim ve dönüşümlerde rekabet, fark yaratmak, yaratıcılık öne
çıkan temel becerilerdir.
Peki, bu yeni çağa çocuklarımızı nasıl hazırlamalıyız? Ailede ve okulda neler
yapılmalı?
Rekabet için fark yaratmak, fark yaratmak için yaratıcı olmak gerekir. Yaratıcı
olmak için ne yapmak gerekir o zaman? Uzun bir konu bu aslında... Özetlemeye
çalışacağım:
Önce, her çocuğun parmak izi gibi farklı olduğunu kabul etmemiz gerekiyor.
Fiziksel özellikleri dışında kişiliklerinin, beğeni ya da tepkilerinin,
hayallerinin, hedeflerinin çok ama farklı olduğunu kabul edersek ailede ve
okulda onları genel kalıplara sokmaya çalışmayız.
Genel kalıplar, derken her biri birbirinin aynı olan insanlardan söz ediyorum.
Bu zaten mümkün değil ama “eski geleneksel eğitim” (bugün de) tek tip insan
yetiştirme iddiasıyla; kırarak, bükerek, eğerek çocukların farklılıklarını yok
ederek fabrikadan çıkan ürün gibi aynı özelliklere sahip öğrenci yetiştirmeyi
hedefliyordu/hedefler... Aynı saç modelleri, aynı kılık ve kıyafet, aynı
sıralar, herkese aynı eğitim programı, herkese aynı sorularla testler,
sınavlar...
Tüm bunlar “aynı” olma ve “aynı” yapma hedefinden başka ne olabilir? Bu durum
daha çok “endüstri toplumundan kalma” biraz da ideolojik yaklaşımla “tek tip
toplum” oluşturmak için yapılan bir toplum mühendisliğinin sonucudur maalesef...
Çocuğun hayata hazırlanmasında en önemli ortamlardan biri olan okullar da
(bazıları marketing için) “her çocuğun farklı olduğu” gerçeğini yavaş yavaş
kabul etmeye hatta mottolarında bile bunu kullanmaya başlamışlardır. Ancak
ironik olan şu: Bu çocukların farklı özelliklerini süreçlere yansıtacak öğrenme
programları, bu öğrenme programlarını uygulayacak yeterli miktarda yönetici ve
öğretmen yok maalesef... Bu kusur, öğretmen ve yöneticilerin değil kuşkusuz...
Ülkemizin hala tek tip eğitim programları devam ediyor; öğretmen yetiştiren
fakülteleri de kendilerini güncellemiş değil. Ayrıca “tek tip toplum oluşturma
sevdası”ndan da vazgeçemedik!
21.Yüzyılda, teknolojinin gelişmesiyle birlikte değişen hatta dönüşen toplumsal
yaşama paralel olarak okulların, eğitimcilerin de kendilerini değiştirmesi,
dönüştürmesi gerekiyor. Bunun için yeni öğretmenlerin yetişmesini beklemek
yerine, değişimi, dönüşümü, gelişimi farkeden eğitimcilerin hızla kendilerini
güncellemeleri gerekiyor. Bu güncellemeyi, kendilerine “hizmet içi eğitim”
verilmesini beklemeden yapmaları, devletin ve kurumların da bunları özendirici
önlemler alması son derece önemlidir.
Özetle; hayatta ne varsa okulda onlar olmalıdır. Bugünün değişim hızını farkedip
hızla kendini güncellemeli okullar... Öğrenme yolculuğunu birlikte yapan
öğretmenden, anne-babaya kadar tüm öğrenme tarafları, yeni kuşakların öğrenme
hızı ve farklılıklarına ayak uydurabilmeli, yolculukta iyi kılavuz
olabilmelidirler...
Okullar da yaşama hazırlanan birer atölye gibi çalışmalı, hayattan kopmamalıdır.